MART2022 Andaç Pamuk
18 Mart 1915 sabahı
18 Mart 1915 sabahı Mart ayazında bölük pörçük tedirgin uykusundan kendiliğinden uyanmıştı Tireli Ali Çavuş. Bu sabahki ileri gözcülük nöbeti ondaydı. Kara gözleri sanki daha keskin bakıyor, bıyıkları daha kaytan görünüyor ve iri yarı bedeni daha kuvvetli duruyordu bu sabah... Yorgun arkadaşından devralıp nöbete başladığında, daha yaşına girmemiş oğlunu düşündü. Artık gelse de şu gâvur, bir güzel hadlerini bildirsek diyordu içinden, bildirsek ki eve dönüp oğlumu bir görsem… İçindeki ses kararlı, inanmış ve öfkeliydi. Nasıl olmasındı ki, haftalardır seferberlikle gönderildiği bu cephede ha geldiler ha gelecekler diye beklemek, her şeyden daha zor geliyordu çoğu zaman. Kumandanı Halil Bey, cepheye gönderilen ilk birliklerle gelmesine rağmen halen burada olan subaylardandı. İnce vücuduna rağmen müthiş bir azim ve dirayetle askerlerinin hayranlığını çoktan kazanmış olan Kolağası Halil Bey, görev değişikliği zamanı gelmesine rağmen cephede askerleriyle kalmayı tercih etmiş binlerce eşsiz Türk kahramandan bir tanesiydi. Ali Çavuş, kumandanına geçen gün verdiği sözü hatırlayıp hafifçe tebessüm etti. Harp bitip de önümüzdeki bayram geldiğinde Akhisarlı kumandanına ziyarete gideceklerdi, oğluna el öptürecekti. Yaşı kumandanından büyük olmasına rağmen onu çok sever ve sayardı, bir ağabeyi gibi. Gözleri ufku bu düşüncelerle tararken, çok açıkta Limni tarafında deniz üstünde yükselen dumanı gördüğünde, saat 10'u biraz geçiyordu. Hafifçe eğilip iyice dikkat kesildi. Tereddüdünün geçmesi kısa sürdü, deniz üstünde kendilerine doğru gelen kalabalık, kara dumanlı demir düşman gemilerdi. Hemen yakınındaki nöbetçi tabya subayı Halil Bey’e bağırıp düşmanın geldiğini haber verdi. Heyecanlıydı. Çavuş, hayatında hiç bu kadar büyük demirden gemi görmemişti. Üstelik onlarcası yaklaşıyordu, panikledi. Gözcü çukuruna inen nöbetçi subay Kolağası Halil Bey, manzarayı gördüğünde çavuşu sakinleştirmekte biran bile duraksamadı şaşkınlığı anlaşılmasın diye. Ama aslında o da beklemiyordu bu kadar çok düşman gemisini. Genç ve akıllı adamdı Halil Bey. Subaylara verilen malumata göre zaten bunu beklemekteydi ancak gerçeğin tahminlerden çok daha ciddi olduğunu derhal anladı. Düşman donanmasının harekete geçtiğini telefonla üstlerine haber vermek için koşarken, yaklaşık olarak ne zaman boğaza gireceklerini hesaplamaya çalıştı Kolağası Halil Bey. Çok vakit yoktu, “10:30'da burada olurlar” dedi bölük komutanına. Yaklaşan düşman dediğinin o zamana kadar dünya tarihinin göreceği en büyük donanma saldırısını yapacak olan “yenilmez armada” olduğunu tahmin edemedi. Telefonu kapattı, masaya yaslandı, dünya tarihi bu günü yazacak diye düşündü. Günü düşündü, 18 Mart 1915'ti. Hemen koştu askerlerinin yanına, tabyadaki en büyük topun önünde tertip aldırdı ve hazırladı onları. “İşte aslanlarım” dedi, “geliyorlar!”. “Birazdan buraya varacaklar, ama buradan geçemeyecekler” diye bağırdı. Sesindeki inanç askerlerdeki ne yapacağını bilmez halleri dağıtmış, yerine güveni getirerek onlara cesaret vermişti. Kumandanının sesini yaklaşan düşmanı izlediği gözcü çukurundan duyan Ali Çavuş'un tüyleri diken diken oldu. Heyecanı gitmiş, sanki yeniden doğmuş, cesur bir hırs gelmişti üzerine. Hiçbiri birazdan orada nasıl bir kıyamet kopacağını tahmin edemiyordu. Tek istedikleri artık gelsinler, dövüşsünler ve kazansınlardı. Ve öyle de oldu. Geldiler, dövüştüler, kazandılar. Saat akşamüstü 6'yı geçerken tabyada sağ kalan askerler ağır yenilgiye uğramış düşman gemilerinin çekilişini izliyordu. Ali Çavuş'un gözleri doldu. Cehennem bitmişti, kazanmanın gururunu yaşamak istiyordu, ah bir de kumandanı Halil Bey yaşasaydı…